İzmir'de Bir Gün

 
Sabah erken kalkın İzmir'i bir günde gezin.
 

Asansör ve Dario Moreno Sokağı

İzmir'i, Körfez'i kucaklayarak güne başlamak için en iyi başlangıç noktalarından biri Asansör ve Dario Moreno Sokağı'dır… İzmir'in bu bölgesi tarih boyunca taş ocağı olarak kullanıldığından, sahil şeridi (bugünkü Mithatpaşa Caddesi) ile yukarıdaki Halil Rıfat Paşa semti uçurumlarla birbirinden ayrılmıştı. İki semt arasına Türklerin "Karataş Merdivenleri", yukarıdaki semte yerleşen Yahudilerin "Devidasların Merdiveni" adını verdikleri merdivenler yapıldı. Merdivenlerin üst kısmındaki Devidas ailesinin evi, aşağıdaki en büyük evde ise Nesim Levi (Bayraklıoğlu) adlı tüccarın evi bulunuyordu. Baba Devidas'ın bir gün merdivenlerde düşüp ayağını kırmasından sonra dostu Nesim Levi'nin Avrupa şehirlerinde gördüklerine benzer bir asansör yapma fikrini geliştirdiği anlatılır. Asansör kulesi Marsilya'dan getirtilen tuğlalar ile yapıldı. İnşaatı 1907'de tamamlandı. 1942 yılında satılıncaya kadar geliri Karataş Musevi Hastanesi'nin giderlerini karşılamakta kullanılıyordu. 1942 yılında el değiştiren asansör, işleticilerin iş bırakması, ölmesi gibi nedenlerle bir süre kapalı kaldıktan sonra 1983'te belediyeye bağışlandı ve 1985'te restore edildi. 1985'teki restorasyondan önce kuledeki asansörlerden biri buharla, diğeri elektrikle çalışırdı. 1985'te, asansörlerin her ikisi de elektrikle çalışacak şekilde düzenlenmiştir. "- İzmir, tatlı ve sevgili şehrim.. Bir gün şayet senden uzakta ölürsem.. Beni sana getirsinler.. Fakat mezarıma götürürlerken, "Öldü" demesinler. "Uyuyor" desinler koy¬nunda. Tatlı İzmir'im…" 28 Haziran 1967 günü Yeşilköy Havaalanı'nda beyin kanaması geçirerek ölen Dario Moreno'nun vasiyeti yerine gelemedi. Naaşı, annesi tarafından İsrail'e götü¬rüldü ve Tel-Aviv'deki bir mezarlığa gömüldü. Yalınayak bir çocuk iken Tilkilik-Agora kaldırımlarında kırık gitar çalarak büyümüş, fuarın manolya ağaçları altında aşk şarkıları mırıldanmış, Kadifekale'de, Alsancak'ta düğün¬lerin, sünnetlerin, çay partilerinin yıldızı olarak parlayıp, günün birinde Fransa'nın en ünlü Latin şarkıcısı olduğu zaman bile İzmir'i unutmamış, her fırsatta geldiği şehri¬nin sahilinde çingene çocuklarla sarmaş dolaş olup, fay¬tonlara kurulup İzmir'e serenadlar yapmıştı.

Saat Kulesi

İzmir'in zarif sembolü 1901 yılında yapılan Saat Kulesi'dir. Osmanlı Devleti'nde kent ve kasabalarda saat kulesi yapımının hızlanmasında, Sultan II. Abdülhamit'in (1876- 1909) yirmi beşinci cülûs yıldönümü vesile olmuştur. II. Abdülhamit 1317 Hicrî yılında (1899-1900) yayınladığı bir "irâde-i seniyye" gereğince, kendi namına bir çok vilâyet ve sancaklarda büyük saatlerin yapılmasını emretmiştir. Bu irade üzerine Osmanlı coğrafyasındaki bir çok vilâyet ve sancaklarda saat kulesi yapımına gidilmiş, günümüz¬de bir çok Anadolu kentinde halen ayakta durmakta olan saat kulelerinin bir çoğu bulundukları şehrin simgesi haline gelmişlerdir. İmparatorluğun Batılılaşma sürecinin etkisini de vurgulamak gerekir. Konak Meydanı'nı süsle¬yen ve İzmir'in sembolü olan Saat Kulesi gerçekten zarif bir sanat eseridir. 81 metrekare taban üzerine sekizgen şekilde ve dört basamaklı haç biçimde mermer bir plat¬form üzerine yapılan Saat Kulesi, 25 metre yüksekliğinde ve dört katlıdır. Sekizgen platformun dar kenarlarında, dörder küçük sütun üzerine oturan sebiller yer alır. At nalı kemerli sebillerin üçer çeşmesi ve kurnası ile ortasında fıskiyeleri vardır. Fıskiyelerden bugün iki tanesi yok olmuştur. Sebiller arasındaki geniş dört cephede, at nalı kemerli, demir şebekeli birer açıklık bulunur. Bu açıklık¬lardan deniz tarafındaki olanı kapıdır. Cephelerin ve sebil¬lerin üzerini çepeçevre fistolu saçak dolaşır. Kulenin platformu beyaz mermerden, diğer bölümleri ise kesme taştan yapılmıştır. Sekizgen kaide üzerinde sütunlu bir galeri ve onun da üzerinde kare prizma gövde yükselir. Zarif başlıklı, küçük kaideli sütunlar birbirine üç dilimli kemerlerle bağlanır. Galeri ve çeşmelerde kullanılan sütunların başlıklarında ve köşelerinde bitkisel süslemeler yer alır. Bunun üzerinde, Doğu ve Batı yönlerinde birer Osmanlı arması, Kuzey ve Güney yönlerinde ise Sultan II. Abdülhamit'in tuğraları kabartma olarak yapılmış¬tır. Cumhuriyet döneminde tuğralar yerini ay-yıldıza bıra¬kır. Gövde üzeri, içleri beş kollu yıldızlarla doldurulmuş baklava dilimli kabartmalarla bezenmiştir. Gövdenin üst bölümü üç sıra mukarnasla genişletilmiş ve dış yüzüne dört adet 75 cm. çapında saat konulmuştur. Saatin döne¬min Alman İmparatoru Kayzer II. Vilhelim tarafından Osmanlı-Alman yakınlığı nedeniyle hediye edildiğine dair bir takım kayıtlar vardır. Saatin ana mekanik bölümü özel yapılmış demir köşe¬bentler ve döküm ayaklar üzerine oturtulmuş, yirmi iki dişli çarktan oluşmuştur. Saatin bazı parçaları üzerinde 1901 tarihi görülür. On iki küçük sütun üzerine oturan dördüncü kat, gövdeden daha dardır ve üzerini hilalli alemi olan metal kubbe örter ve bu bölümde, saatin şimdi çalışmayan çanı bulunur.

Yalı Camii

Konak Meydanı'nda Hükümet Konağı'nın önünde, çinile¬ri ve sekizgen planıyla dikkatleri çeken, İzmir'in en zarif camilerinden Yalı Camii, Mehmet Paşa'nın kızı Ayşe Hanım 1754 yılında yaptırmıştır. Depremde zarar gören camiyi I. Dünya Savaşı sırasında Rahmi Bey (1920) onar¬mıştır. Bu onarımı belirten bir kitabe giriş kapısı üzerinde bulunmaktadır. Cami 1964 yılında bir kez daha onarım geçirmiştir. Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda yapılmış olan tek kubbeli ve tek minareli şirin bir yapı olan cami sekizgen planlıdır. Pencerelerin etrafını çeviren çinilerle dikkati çekmektedir. Yapımında taş ve tuğla birlikte kulla¬nılmıştır. İbadet mekânını sekizgen bir kasnak üzerine oturmuş küçük bir kubbe örtmektedir. Caminin içerisi çinilerle bezenmiştir. Kesme taş kaide üzerine tek şere¬feli yuvarlak gövdeli minaresi bulunmaktadır.

Kemeraltı

İşte şimdi "Dünyanın en eski çarşısındasınız"... Neredeyse 2500 yıldır aralıksız alış veriş yapılan bir nokta Kemeraltı Çarşısı… Bugün de kale ve iç liman, Kemeraltı'nın karak¬teristik özelliklerini de belirliyor denilebilir. Örneğin Kemeraltı Çarşısı'nın yay biçiminde oluşu, Roma döne¬mindeki bu iç liman rıhtımına göre şekillenen bir yerleşi¬min izleri olarak görülüyor… Yeni yerleşim alanları, dönemin en parlak ticaret noktala¬rından olan İzmir Limanı çevresinin de gelişmesini yön¬lendiriyordu. Kale tarafından korunan limanın sağ kıyısın¬da Frenk tüccarlarının dükkanları, limanın iç kısmında ise kervansaraylar bulunuyordu. İpek Yolu'nu takip eden deve kervanlarıyla İzmir'e getirilen mallar, bu hanlara indiriliyor, Ceneviz tüccarları aracılığı ile de limandan gemilere yüklenerek ihraç ediliyordu. Birçok tarihi meka¬nı kucaklayan İzmir'in ünlü Kemeraltı Çarşısı da tam ola¬rak bu bölgede konumlanıyor. 17. yüzyıl itibariyle büyü¬yerek Osmanlı'nın en büyük ticaret merkezlerinden biri haline gelen İzmir'in çarşısı ve iktisadi merkezi de, bu cadde çevresinde oluşuyordu. Limana gelen gemilerin hem iç pazara hem de dış pazara verilmek üzere sundu¬ğu malların açılmasına yol açtığı çok sayıda ticarethane¬nin başında ise 1744 yılında yapılan Kızlarağası Hanı bulunuyordu. 19. yüzyılda İzmir'in ticaret hayatının can noktası olan bu çarşı eski hanlar ve bedestenleri kapsıyordu. Buradaki dükkânlar daha çok yerli halka ve dar gelirli ailelerin gereksinimini sağlıyordu. Çarşı; demirciler, kömürcüler, çiviciler, baharatçılar ve saman pazarı gibi ticarethaneleri ile bugün bildiğimiz canlı kamusallığa meydan vermeye başlamıştı. Çarşı bugün, 270 hektarlık bir bölgede ve 230'u aşkın farklı işkolunda, 800 bini aşkın değişik ürün çeşidi ile 14.482 işyerini, 10 bini aşkın esnaf ve taciri barındırıyor. 75 bin çalışanı ve günlük minimum 150 bin¬maksimum 750 bin ziyaretçisi ise İzmir'in bütün kamu kurum ve kuruluşlarını kapsayan, ama aynı zamanda İzmir'in kültürel ve tarihi mirasının çoğunu içerisinde barındıran Çarşı, doğu ve batı pazarının İstanbul' dan sonra, en önemli bağlantı noktası durumunda.

Kızlarağası Hanı

Sakız Adası'nın Osmanlı egemenliğine geçmesinden ve Osmanlı-İran savaşlarının durdurulup, "Kasr-ı Şirin Antlaşması"na dönülmesinden sonra İpek Yolu'nun Anadolu'dan geçen bölümünün tekrar ulaşım ağına gir¬mesi, İzmir Limanı'nın önemini artırdı. Doğudan ve Anadolu'dan İzmir'e yönelen kervanların taşıdığı malları depolamak, pazarlamak ve tüccarlar ile kervanları barın¬dırmak için yeni han ve kervansaraylara ihtiyaç duyuldu. Bu gereksinim üzerine 1744'te Kızlarağası Hacı Beşir Ağa tarafından inşa ettirilen ve uzun yıllar İzmir'de önem¬li bir boşluğu dolduran Kızlarağası Hanı, 1993 yılında restore edilerek turistik çarşı olarak hizmete girdi. Osmanlı mimarisinin günümüze gelen İzmir'deki nadir eserlerinden Kızlarağası Hanı, hemen her 'uzun mesafe hanı'nda olduğu gibi iki katlıydı. Üst katta, galeriye açılan odalarda yatmak isteyenler kalır, zemin katta ise yükleriy¬le develer, tüccarlar ve hizmetkarların kalabileceği oda¬lar, malların boşaltıldığı ve pazarlandığı dükkanlar ile pazarlık yapan insanlar bulunurdu.

Öğle Yemeği; Bir Han Lokantası

17. yüzyıldan itibaren sıradan çarşılar ihtiyacı karşılama¬yınca, birçok da han yapılmış. Han ve kervansaraylar sıradan çarşılar yeterli olmadığı için geliştirilen, satış ve mal değişiminin gerçekleştirildiği mekanlar. Kapıdan giri¬yorsunuz, ortada bir meydan; develer yüklerini boşaltı¬yor. Meydanda yemek yeniyor, alt katta hayvanlar barını¬yor, üstte de insanlar.. Kemeraltı caddesi çok küçük parsellerden oluşmuş durumda. Küçük el sanatlarına göre düzenlenmiş bir çarşı bu. Bugün hâlâ ahşap torna¬ları, av malzemeleri, demirciler, çilingirler, bir yerde pey¬nirciler, bir yerde çeyiz malzemeleri satanlar, balıkçılar, baharatçılar, tekstil ürünleri satanlar... Bunlar ne kadar yaşatılabilir, zaman içinde burası nasıl bir değişime uğrar, bunu kestirebilmek mümkün değil. Ama Kemeraltı'ndaki hemen her hanın içinde bir yeme-içme mekanı var. Urlalı Hasan Usta'nın 1967'den beri hizmet veren "Kısmet" lokantası en iyi Han Lokantası örneğidir. Keza Kantarcılariçi'ndeki Bizim Lokanta, Çıfıt Çarşısındaki Mahmut, Cevahir Han'daki Abbas da iyi örneklerdir. Kalearkası'ndaki Şaban Usta da pek meşhurdur ayrıca. Bu lokantalardan birinde mola verip dinlenirseniz çok iyi bir iş yapmış olursunuz…

Yemekten sonra Hisar Camii

Yemekten sonraki az şekerli Türk Kahvesini Hisar Camii çevresinde, fincanda pişen kahvelerde alırsanız daha mutlu olursunuz. İzmir'in en büyük camisi olan Hisar Camisi adında neredeyse kentin tüm hikâyesini, bede¬ninde de kentin tüm geçmişinden artakalan taşları sakla¬maktadır. "Ve Men dehalehu kane amina" yazıtının Hisar camii kapı üstündeki altın varaklı pırıltısı sönmeden hala durmakta¬dır; "Bu kaleden içeri girdikten sonra, o kalenin içindeki adam emin olur!" Halk dilindeki adıyla Hisar Camisi, aslında yazılı kaynak¬lardaki biçimiyle Molla Yakup Camisi. İçliman kıyısında¬ki öteki camilerden tarih olarak en eskisidir. Bu eskiliğin St. Peter Kalesi'ndeki şövalyelerle ve Aydınoğulları ara¬sında geçen savaşların, İzmir'in aşağı kesiminin fethedil¬mesi tarihiyle ilişkisi vardır. Aydınoğlu Umur bey'in 1345 yılında Latinler'e saldırması, Fransız arkeologu Charles Texier ve İzmir'i araştıran İkonomos ve Slaars'ın bu çatış¬mada bir kiliseyi Hisar Camisi ile ilişkili görmelerine neden olmuştur. Bu irdelemeden yola çıkan Münir Aktepe, Hisar Camisi'nin en azından 14. yüzyılda var olabileceğini ancak kimin tarafından, ne zaman yapıldığı¬nın belirsiz olduğunu söylemiştir. Aktepe, kimi vakıf yer tanımlarında geçen kale karşısındaki caminin Yakup Bey adıyla anıldığından pek çok kanıtla emindir. Caminin içi İzmir için tipik olan alçı işleri ile donatılıdır. Barok bitki süslerinden oluşan iç dekorasyonun zenginli¬ği yapının en eski evresinden değil son onarım evresin¬dendir. Kadınlar mahfilinin hareketli, gemi gövdesi¬ni andıran görünümü ile bu dekorasyon evresinin devamı olduğu söylenebilir. Söz konusu alçı dekorasyonlar dönem içinde İzmir'in yalnız merkezinde değil taşrasın¬daki tüm cami kilise ve neredeyse evlerine dek kullanı¬lan motiflerdir.

Agora

Ticarî, adlî, dinî, siyasî fonksiyonları olan agora, sanatın yoğunlaştığı, felsefenin temellerinin atıldığı; stoaların, anıtların, sunakların, heykellerin bulunduğu yerdir. Tüccarların kalbidir. İzmir'in Namazgâh semtinde bulu¬nan agora, Roma Dönemi'nden (M.S. 2. yüzyıl) kalmadır ve Hippodamos şehir planına göre merkeze yakın yerde üç kat halinde inşa edilmiştir. İzmir agorası İon agoraları¬nın en büyük ve en iyi korunmuş olanıdır. Burada bulunan Tanrıça Vesta kabartmasının ilk dönem kazılarda çıkarılan Zeus sunağı kabartmalarının devamı olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca Tanrı Hermes, Dionysos, Eros, Herakles heykelinin yanı sıra pek çok erkek-kadın-hayvan heykeli, baş, kabartma, figürin vb. mermer, taş, kemik, cam, maden ve pişmiş topraktan eserler ele geçi¬rilmiştir. Burada yeni bulunmuş yazıtlar M.S. 178 yılında¬ki İzmir depreminde kente yardım edenler hakkında bilgi¬ler vermektedir. (Daha ayrıntılı bilgi için bkz: 6 saatte İzmir )

Kadifekale

Helenistik ve Roma Dönemi Kentinin Akropolü. MÖ 334'te Pagos dağı üzerinde bulunan kale Anadolu'yu Pers egemenliğinden kurtaran Makedonya Kralı Büyük İskender'in isteği ile yapılmıştır. Efsaneye göre; İzmir'e gelen Büyük İskender, o zaman ormanla kaplı "Pagos Tepesi" denilen Kadifekale'de Nemesis Kutsal alanında (İzmirliler çifte Nemesisi yani ikili su perisini kutsal sayarlardı) avlanırken bir ara ulu bir çınarın altında uykuya dalar, rüyasında gördüğü iki Nemesis, İskender'den yeni İzmir kentini uyuduğu tepe¬nin eteklerinde kurmasını ister… Uykusundan uyanan İskender, Klaros'un Apollon kâhinine gördüğü rüyayı anlatarak fikrini sorar, kâhin rüyayı tek bir cümlede yorumlar: "Kutsal Melez Çayı kenarındaki Pagos Tepesi eteklerinde yerleşecek İzmirliler, eskisinden iki kez daha mutlu olacaklardır." Bu yeni İzmir'in kuruluşunda İskender'in Pagos Tepesinde gördüğü rüyanın yorumuna dayanmak yerine, dönemin deniz ve karada gelişen ticari potansiyelinin gelişmesinin dayattığı zorunluluk nedeniyle burada kurulmuş olduğu¬na inanmak, günümüz için çok daha bilimsel bir yakla¬şımdır. Nihayet, rakibi General Antiganos'u MÖ 302'de öldüren Lysimachos yeni İzmir'in kuruluşunu gerçekleş¬tirir. Şehri Pagos tepesi ile İç Limana bakan yamaçlarda kurmaya başlar. Böylece 400 yıl önce Lidyalıların istilası ile yurtlarından edilen Meles Çayı etrafında küçük köysel yerleşimlerde yaşayan Homeros'un hemşerisi İzmirliler, İzmir'e gelip yerleştiler. Kadifekale'den günümüze yalnızca kalenin batısındaki 5 kulesi ile güneyindeki duvarlarının bir bölümü kalmıştır. Bunlara dayanarak kalenin uzunluğunun 6 km olduğu ve sur duvarlarını destekleyen kulelerin 20-25 m. Yüksekliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Kalenin bunun dışında kalan doğu ve kuzey kısımları tamamen yıkılmış durumdadır. Kale içerisinde ise bir dehliz ve su sarnıcı kalıntısı vardır. Zemin seviyesinin altındaki tonozlu yapılar ve sarnıçlar kalenin zenginliklerindendir. Aralık 1667 ve Mayıs 1668 de İzmir'i ziyaret ettiği bilinen Fransız Robert De Dreux, 'Burada (Pagos) çok güzel bir sarnıç gördüm. Sarnıç tıpkı kiliseler gibi tonozlar üzerine inşa edilmiştir.' demiştir. Roma Döneminde yapılıp Bizans Çağı'nda yeni¬lenerek kullanıldığı sanılan bu yapıların önemi Smyrna'nın su şebekesinin merkezini oluşturmasından, antik kentin can damarı olmasından ileri gelmektedir. Buradaki sar¬nıçlara, Şirinyerde'ki su kemerleri yoluyla gelip biriken sular, künk ve kanalizasyon sistemleri ile kentin her yeri¬ne dağıtılıyormuş. Zira bu dağıtım ağının örneklerine Agora kazılarında da rastlanmıştır. Kadifekale'nin surlarının bir kısmının Çelebi Mehmet tarafından yıkıldığı bilinmektedir. Yalnızca doğu yönünde¬ki surlardaki rektangonal (çok iri taşlar) parçalardan bir, iki adedi Basmane Gar'ından Tilkilik'e uzanan ve Altınpark'a giden yolun başında bulunuyor. Tarihi Kadifekale bölge¬sinde yürütülen kazı çalışmaları sırasında, M.S. 2. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen kadın başı figürü ile İzmir'deki Türk-İslam dönemine ait ilk camilerden biri olduğu tah¬min edilen yapı ortaya çıkarılmıştır. Yrd. Doç. Dr. Akın Ersoy, "Caminin kapısındaki bir kitabe de Evliya Çelebi tarafından okunmuş. 1308- 1309 tarihlerine ait olduğunu Evliya Çelebi bize ifade ediyor. Gerçekten elde ettiğimiz buluntularımız da bize bunu gösteriyor" demiştir. Çalışmalarda, Bizans Sarnıcı içindeki dolgu temizlenmiş¬tir. Kale'deki kazılarda Osmanlı dönemine ait seramik atölyesi buluntuları da elde edilmiş. Kadifekale'den (daha ayrıntılı bilgi 3 saatte İzmir bölümü) yürüyerek Agora'ya inebilir, buradan da İzmir'in en eski kiliselerinden biri olan günümüzde Kültür Merkezi ve Müze olarak kullanılan Aya Voukla'ya ulaşabilirsiniz.

Aya Vukla-Agios Vouklos Kilisesi

1886 da inşa edilen kendi adıyla anılan mahallede yani günümüzde Kapılar Semti, Etiler Mahallesi, 1257,1274 ve 1281 arasındaki alanda yer alan bulunan Ortodoks Rum Kilisesidir. 1922 yılındaki büyük İzmir yangını sıra¬sında şehirde bulunan diğer Rum Kiliseleri yanmasına rağmen Ayavukla Kilisesi bu yangından etkilenmedi. Daha sonra mübadele ile Rumların İzmir'den ayrılmasın¬dan sonra işlevini kaybedip boş durumda kaldı. Bina 1927 yılı Şubat ayında İzmir Arkeoloji Müzesi olarak düzenlenir ve bu durum 1951 yılında Kültürpark'taki müze binası açılıncaya kadar sürmüştür. 'Gözlü Kilise' olarak ta anılan yapı, daha sonraları depo olarak kullanıl¬mış ve bir dönemde İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü'ne tahsis edilmiştir. Son yıllarda bakımsız ve harap durumda olan kilisede uygulanan son teknoloji restorasyon çalışmaları ile boya tabakalarının ardında gizli kalmış olan Hz. İsa figürü, Altın Ağızlı Aziz Yuhanna ile melekler Mikail ve Cebrail'i sembolize eden duvar resim¬leri de yeniden gün yüzüne çıkarıldı. Kilisenin müştemilat binası 'İzmir Basın Müzesi' olarak düzenlenerek hizmete sunulmuştur.İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Ege Üniversitesi işbirliğiyle şehre kazandırılan Basın Müzesi'nde basın tarihi açısın¬dan önem taşıyan olay ve isimlere ilişkin anıları da can¬landıracak olan sergilenenler arasında gazeteci Metin Göktepe'nin kazağı, Uğur Mumcu'nun ilk bilgisayarı ve Abdi İpekçi'nin daktilosu da yer almaktadır. Kilise kültür ve sanat etkinliklerinde kullanılmaktadır.



DUYUR

Kendi etkinliğinizi, mekanınızı kaydolarak sisteme ekleyebilirsiniz.
Kaydol

TAKİPTE KAL

Hiçbir etkinlikten eksik kalmayın izmirguide bültenine abone olun.

İLETİŞİME GEÇ

Soru ve önerileriniz için bize yazın.
İletişime Geç